1 Mayıs 2014 Perşembe

1 Mayıs bizim....

Kaç yaşında başladı mücadelemiz bilmiyorum, önce tarlada işçiydik… 

Hem okuyup hem çalışmaya başlamanın yaşı yoktu kırsalda. Hafta sonları ve yaz tatilleri herkes denize giderken güneşin altında şiddetli yağmurda sabahın altısında kalkıp tarlada olurdun sen. Tarlaya girdiğin anda başlardı çalışma ta ki acıkıp yemek yiyene kadar ve ta ki su içene akar. Evet su içmek dinlenmek kabul edilirdi. Yokuş yukarı yağmur altında 30 40 kilo yük taşırken kayan ayağınla çamura bulanır çay dallarına tutuna tutuna ellerini çize çize en tepeye doğru çıkmaya çalıştıkça sırtındaki ıslak çay seni aşağı çekmeye çalışırdı. Gözyaşlarınla yağmur adeta yarışırdı. Zirveye ulaştığında bacaklarını ovuşturup dakikalarca işkence çeker gibi yerde kıvranırdın. O kadar mesafeyi nasıl çıktım bu yükle der gibi bakardın geldiğin noktaya. Akşam eve gelirdin her yanının ağırmasına rağmen annenin yaptığı yemeği ısıtır ya da annen yemek yapana kadar sofrayı hazırlardın, zaten yemeği yiyip sofranın kalkması bulaşıklar derken uyku vakti gelirdi gece ağrılardan sayıklayarak uyuyup sabah yine aynı senaryoyu yaşardın. Evet daha o zaman başlardı senin için emek nedir? Para nedir? Nasıl kazanılır? Dünya nedir? Değer nedir? Aile nedir? Geçim nedir vs. vs. vs… 

 Bu şekilde bitterdi en körpecik yılların sonra üniversite hem çalışıp hem okumanın diğer yanıydı işçi çocuğu olmak. Öyle bol miktarda paralar ya da son model arabaları geç fotokopi için 5kuruşun olmadığı yıllarda bir simidi kızarmış tavuk gibi hayal edip yediğin yıllardı. Okul bitti iş arama zamanı geldiğinde ya emeğinin karşılığını alamadan 3 kuruşa çalıştın, ya sigortan yatmadı, ya çalıştığın parayı alamadın, ya vücuduna indeksli iğrenç teklifler aldın, ya eşek gibi gece gündüz sen çalışırken babasından torpilliler senden daha fazla maaşla aynı pozisyonda yan gelip yattılar. Kovuldun, azar işittin, yaralandın, öldün. Evet ne yazık ki ülkenin gerçekleri bunlar. Asgari ücretle geçinmeye çalışan ailelerin yanında milyon dolarları sıfırlama derdine düşenlerin günü değil bugün. Bugün başkanın torpiliyle belediyeye girip 2 ay sözleşmeli personel olarak çalışıp memur statüsü alan kişilerin günü değil bugün, hayatında para sıkıntısı çekmemiş para sıkıntısı çekmeyeni anlamamış ya da çeken birilerini elinden tutmamışların günü değil bugün. Bugün evinde dayak yiye yiye evini temiz tutup çocuklarına yemek yapmaya çalışan onurlu annelerin günü bugün maden ocağında saatlerce güneşten uzak toz içerisinde çalışıp göçük altında kalma tehlikesiyle çalışanların günü bugün tarlada ektiği ekinin karşılığını alamayan çiftçinin günü bugün yollarda direksiyon sallayanların günü bugün inşaatta hiçbir korunması olmadan çalışanların günü bugün taşeronların günü bugün ayakkabı boyacılarının günü bugün mendil satan çocukların günü bugün gerçekten emek harcayıp emeğinin karşılığını alamayanların günü bugün Erdal’in bugün Deniz’in bugün Mahir’in bugün Mehmet’in bugün Hüseyin’in bugün Yusuf’un bugün Ethem’in bugün Abdullah’in bugün Ali’nin bugün Medeni’nin bugün Berkin’in bugün senin bugün benim bugün nice devrim şehitlerinin günü…


Daha temiz bir dünya, daha adil bir hayat, daha eşit bir toplum için Gün doğdu hep uyandık siperlere dayandık bağımsızlık uğruna da al kanlara boyandık…

10 Şubat 2014 Pazartesi

BİR DOĞUM GÜNÜ MOLASI:)

Şimdi saat sabahın 4'ü 11.2.1986 Cumartesi annemin karnında sancılara neden olmaya başladım bile, Rize'nin şirin ilçesi Pazar'ın dumanlı dağlarında annemin deyimiyle 4'de hastahaneye girip 5de evde olmuşuz bu koşulda 4:30 doğum saatim olarak kabul edilmiştir benim nezdimde:)

Yazları köyde kışları merkezdeki evimizde geçip gitti okul yılları. Çocukluğumdan beri dik kafalıydım hep, huysuzdum, yaramazdım daha 5 yaşımda burnumu kırmış ilkokul bitene kadar iki kez 2. kattan düşmüş 2 kez kendimi yakmıştım:) ayağımı incitmediğim bir ay var mıdır hatırlamıyorum bile. Ne istediysem illa olacaktı az çektirmedim bizimkilere:)

Annem, canımın içi herkesin öyledir bilirim ama işte o var ya kokusunda hapsolduğum arkadaşım dostum sırdaşım az çekmedin bilirim iyi ki varsın iyi ki kızınım :)

Babam, güvenini bu yaşıma kadar hep hissettiğim kararlarıma hep saygı göstermiş beni hiç kısıtlamamış canım babam Allah ikinizi de başımızdan eksik etmesin.

Ve tabi iki abla ve birde erkek kardeş iyi bir aileyiz ve bunun için şükretmek ve minnet duymamak elde  değil. Hepimiz hem çalıştık hem okuduk akranlarımız gezerken biz yazları köyde sırtımızda en az 30 kilo yokuş yukarı yük taşıdık, sabahın 6'sın da kalktık kimi çay kıyafetlerini hazırladı kimi yatakları topladı kimi kahvaltı ve sonrasını saat 7'de tarlada akşama kadar yağmur çamur demeden çay toplayışlarımız akşam eve geldiğimizde ağrıyan kemiklerle bulaşık sırasını bekleyişlerimiz ne günlerdi çay bitti diye sevindiğimiz günlerde ineğe ot toplamak bahçe kazmak gibi başka işlerde vardı elbet yinede çocukluğumu mükemmel geçirmiş biri olarak yaptığımız her şey için şükran duyuyorum özellikle de Karadeniz de büyüyüp böyle bir ailede terbiye gördüğüm için...

Hayallerim vardı önce Türkiye'yi gezecek sonra dünyaya açılacaktım şükürler olsun şu an Türkiye'de yaşamadığım hiç bir yer yok 27 yılıma tüm Türkiye ve 4 ülke sığdırdım amacım kalan ömrümü de dünya kültürlerini tanımakla geçirmektir. Para mevki ev araba bunların hiç biri yeni gördüğüm otantik bir kültürden daha önemli değil benim için. Hepimizin olduğu gibi çok maceralı bir hayatımda oldu bir baktılar bir yılda 10 şehirdeyim bir baktılar TBMM'deyim bir baktılar tekneye atlamış deniz aşırı yollardayım:) İşte bunların aslında en büyük sebebi alemden adığım güvendir onların güveni olmasa bunca zorluğa tek başıma göğüs geremezdim zaten zorluk dediğim hani dik kafalıyım ya 19 yaşımda başladım ben babamdan para almamalara e malum gelmişim bir müddet sonra İstanbul'a Türkiye'nin hiç bir yerinde başıma gelmeyen sahte dostluklar gasplar dolandırıcılar bit ton kötü tecrübeden sonra bir kez daha şükürler olsun ki çok güzel bir işe sahibim ve düzen mi sonunda kurdum beni tanıyanlar bunu ne kadar zor başardığımı çok iyi bilirler..

Bizler karadeniz insanı olarak safızdır biraz kimseye çıkarla yaklaşmayız elimizden geldiğince insanlara yardım ederiz malum insan oğlu değişti biz değişmedik:)

Ve merak ettiğiniz konuya gelelim şimdi sülalemde sanırım evilik sırası ben de aileme de söylediğim gibi ben beceremiyorum beni de böyle kabul edin vazgeçin bu sevdadan :) bur da şimdi 10 yıllık 20 yıllık arkadaşlarım var biliyorum sizde biriyle görmek istiyorsunuz ama 'olmayı da ne edeyim:)))' işin aslı güven duymanın zor olduğu bu dünyada pekte bir arayışa girmemek gerektiğini biliyorum yani bu yaşımda da avucunuzu yalarsınız gene boşum:))

Şimdi bur dan özellikle Rizeli, Pazarlı arkadaşlarım, Trabzon'dan, KTÜ 113 ve yandaşları, TBMM memurları, Ankara'da bulunduğum süre zarfında edindiğim dostlar, turizmden ve teknecilik sektöründen tanıdığım dostlarım, SEM ve şuan ki iş yerim IND bilişim ekip arkadaşlarım, Hayatımın en huzurlu dönemini geçirdiğim ADIYAMAN ve elbette İstanbul'dan tanıdıklarım, can dostlarım, akrabalarım ve her şeyden önemlisi ailem 27 yılı dolu dolu geçirmeme neden olan herkese yaşadığım her an için yanımda olduğunuz her saniye için sonsuz teşekkür ediyorum hepinizin kalbimde gönlümde yeri ayrı ve hepinizi çok seviyorum iyi ki  varsınız iyi ki sizlerleyim :)

e o zaman iyi ki doğdum ben  iyi ki doğdum ben iyi ki doğdum iyi ki doğdum iyi ki doğdum beenn:)

https://www.youtube.com/watch?v=updfL4-cxdg


31 Ocak 2014 Cuma

En büyük belam...

Size başıma çok kötü bir şey geldi hatta kafam kesilecekti dediğimde şaka yapmıyordum elbette:)

Olay şöyle gelişti hani, Google Arama Motoru Reklamcılığı şirketinde çalışırken dükkandan bozma küçük evimde borçlarıma rağmen güzel bir yaşantım vardı demiştim ya hah tam da bu noktada bir gün üniversitede iken bir sanatçının yerine teknede adım geçecek böylelikle sansasyonel bir haber olmayacak diye adımı verdiğim ve bu vesile ile bir miktar para kazandığım bir iş yıllar sonra tekrar kapımı çaldı.

Adamlar yine bir tekne kiralama işi olduğunu ama bu kez daha yüklü miktar kazanacağımı söyleyince bende ne zararı var hem daha öncede böyle bir şey yapmıştım paramı da almıştım onlar sağ ben selamettim hem borçlarımı da öderim fenamı olur derken işi kabul ettim. Buluştuk bir arkadaşımı da yanıma alarak tabi yola çıkacağımız günü beklerken olaylar farklı bir hal alır.

Benim hesabıma yüklü miktarda para yatırlar. Bu para Yunanistan'a gider, sonra tekrar yatırılır sözde tekne parasıdır. Ben salak gibi ne olup bittiğinden çok, alacağım parayla borcumu kapatacağımın heyecanı içerisindeyim tabi. Sonra yola çıkılır Bodrum'a gidilir. Tekne kiralamak için yat ofise gitmek yerine bodrum merkezde sürekli oyalanmak suretiyle akşam edilir, bende sinirler gerilir çünkü ortada bir tersliğin olduğu bellidir.

Akşam bir otele yerleştirilip öğle saatinde alınırız ve yat ofise gideriz. Ortam gergin ve kuşku doludur. Tam ofise gireriz yat sahibi yatı benim kiralayacağımı söyler o anda neler olup bittiğini ben anlayana kadar yat sahibi tekneyi kullanacak kaptana güvenmez. Bizim görevimiz teknenin kiralanması esnasında misafir yolcu görünüp paramızı alıp doğru eve gelmekten bir anda tekneyi kiralayacak zengin iki genç kız olu vermişiz. O anda tekne sahibi ve kaptan tartışırlar. Yat kaptanın yelkenli kullanmayı bilmediğini tekneyi bu kaptana güvenerek kiralayamayacağını kendi tanıdığı bir kaptanı kiralamaları karşılığında buna izin verebileceklerini iletir. Olay bununla da sınırlı değildir kaptanı alan tekneyi kiralamak isteyenler bir hamle ile kız arkadaşımı da alıp arabayla basıp giderler.

O an ne yapacağımı bilemeden kala kalırım. Ve akabinde bana bir kağıt imzalatırlar bu hesabımdaki paranın yat sahibine yatı kiralamasalar bile geçmesine sebep olacak imzadır. Korku içinde salı verilmek polise gidilmemek kaydı ile imzayı atıp doğru dışarı çıkarım. Kız arkadaşım yolda dayak yiyen ağzı burnu dağıtılan kaptanın dayağına şahit olarak kendisine geri dönüş için verilen para ile Emel'i orada bırak sen İstanbul'a git denilerek yollanıyor. Akabinde bir yerde buluşup farklı isimlerle otobüs bileti alarak yola çıkıyoruz.

Sürekli telefonla aranarak o imzayı atarsam kafamı keseceklerinin tehdidini savuruyorlar ve ben artık telefonlarını açmaz oldum. Pazartesi iş yerime bayanlardan biri gelir ve bir yerde oturup konuşurken böyle iğrenç bir olayın içinde olmak istemediğimi nasıl bana gerçeği söylemediklerinin isyanını yaparken kadının ağzından çıkan terbiyesiz kelimelerle yemek bıçağını alarak kadının boğazına götürüp tehditler savurarak onu masada bıraktım. Bu belalı adamlardan korkuyordum ama diklenmek zorundaydım. akabinde adam sevgilisine bıçak çektiğim için ölümle tehditlere kız arkadaşımı arayarak devam ederken savcılığa suç duyurusunda bulundum ve polis koruması talep ettim. Geçen bu süre içinde yolda yanımdan geçen her taksi benim için şüpheli, her adam benim için katildi. Ve dava dosyası kabarık olan bu adamların mülteci kaçakçısı oldukalarını öğrenmiştim...

İnanılır gibi değil neredeyse insan kaçakçılarına yardım ve yataklık yapmış olacaktım bilmeden. Adamlar beni her aradıklarında kalabalık insan sesleri geliyordu. Benim yüzümden hem para kaybetmiş hemde yakalanmışlardı. Aradan geçen zaman zarfında bir gecekonduda yakılan mültecilerden bahsedildi. Öyle korkmuştum ki sahi o söz verdikleri ve paralarını aldıkları mültecilere ne olmuştu acaba?

Şu anda hayattayım ve hayati tehlikem yok aradan 4 yıl geçmesine rağmen dava hala devam ediyor, Anlayacağınız İstanbul'a geldikten sonra gasba uğramış, en yakın arkadaşı tarafından parası çalınmış, programsız olmalarına rağmen yılbaşı gecesi ısrarla beni dışarı çıkaran arkadaşlarım yüzünden fotoğraf makinesi çalınmış 3 - 4 iş değiştirmiş çoğundan hakkını alamamış kaldığı evlerdeki kızların bir maaşlık paralarını yediği ben bir de başıma böyle bir bela açmıştım ama bu daha en hafifiydi bütün bunlar en yakın kız arkadaşımın bana yaptığı iğrenç şey kadar koymamış olacaktı... benden ayrılmayın:)

23 Ocak 2014 Perşembe

Cadıkazanı...

İstanbul'daki ilk yıl debelenmem anlattıklarımla da sınırlı değildi elbet, daha öncede bahsettiğim gibi yüklü miktardaki param en yakın yardım ettiğim arkadaşım tarafından çalınmış, çalıştığım iş yeri iki kez değişmiş ki sonuncusunda bir aylık maaş alınamamış, iki ev değişikliği ve giden iki aylık maaş parasının kaldığım kişilerden alınamaması, yazıldığım İngilizce kurslarına gidemeyişimden ötürü yüklü miktarda parayı benden sonra haciz yoluna kadar varacak şekilde geri alacak olmaları dışında yeni yıla büyük bir umutla girmeyi beklerken fotoğraf makinemin çalınması geri sayım sabaha kadar ağlayarak girmem ve en acıklısı ve iğrenci açlıktan uyuyamadığım bir gün sırf askerdeyken psikolojisi bozuldu diye tatile gönderdiğim arkadaşımın karnımı doyurmak için 6.95'lik menüyü yedikten sonra kendisini 5 dakika mutlu etmemi istemesi idi. Evet küfredebilir iğrenç insanlarla arkadaşlık kurduğumu düşünebilirsiniz daha da iğrenci böyle bir şeyi kabul edemeyeceğimi söyleyip bağırırken ağzından çıkan o lanet olası cümle: ''O zaman çorabını ver!'' Tiksinç bir durum....

Neden bu kadar zihniniz cinsel saplantılarla dolu, insanlıktan neden bu kadar uzaksınız diye sormadan edemiyorum. Arkadaşlıklar ya çıkar ( maddi çıkar manevi çıkar üstünü çıkar çıkar babam çıkar) yada cinsel saplantılardan oluşmaya başladı. Her neyse bütün bu arbedelerden sonra yeni evim hani daha önce bahsettiğim dükkandan bozma tek odalı ev ve yeni işim Google arama motoru reklamcılığı işi maddi ve manevi sorunlarıma rağmen orta karar bir yıl geçirmeme vesile oldu. Bu arada tabi başımı daha büyük bir belaya soktum onu da ilerleyen zamanlarda anlatacağım, neredeyse başımı keseceklerdi!!!

Kıt kanaat geçinip giderken sormazlar mı bu kıza hayatında kimse olmadı mı diye :p Nah oldu sen ki Karadeniz'in bağrından kopup geldin düşüncelerinde geri kafalı olmaması mümkün mü... Hep aynı sorunsal cinsellik!!! Neden yatmıyor muşum? O zaman ben yurt dışına gittiğim kısmını cv'den çıkarmalıy mışım, onlara göre ilişkilerinde her şeyi yaşamalılarmış falanda filan daha ilk görüşmede söylenmemesi gereken bir ton şeyden dolayı İstanbul gibi bir cadıkazanından tek başıma hayatta kalma aynı zamanda doğrularımdan vazgeçmeme sınavımı eninde sonunda kazanacaktım ama hikayenin buraya gelmesine daha çok var malum hayat şerefsiz, aslında en büyüğünün en güvendiğim insan olduğunu da zamanla öğrenecektim.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Ağva'da mükemmel bir aşk...

Bir önceki yazımda Ağva'da tanıştığım çiftle ilgili bir aşk hikayesi anlatacağımdan bahsetmiştim.

Yüzmek için Ağva'nın çok güzel gizli bir yeri olan; Kimli'deyim en azından o zamanlar çok bilinmiyordu. Suya girmek için baktığım yerde denizanası görüp rahatsız olduğum esnada sağ tarafımda bir çifttin bana gülümsediğini gördüm. Başta kızı yabancı erkeği Türk sandım. Beni cesaretlendirmek için suya girdiklerinde artık arkadaş olmak için ilk adımı atmış bulunmanın verdiği keyifle saatlerce yüzüp günün keyfini çıkardık. Arada onların resimlerini çekip sohbet ediyoruz.

Bu arada çocuk Fransız kız ise Türk ama ne yalan söyleyeyim çocuk Türkçe'yi çok güzel konuşuyor, onunda hikayesi de ilerleyen satırlarda...

Akşam beni yemeğe davet ediyorlar, Ağva'da göletin yanında bambu iskelede rakı, balık, meze ve mükemmel çift beni bekliyor. Tam saatinde masalarında oluyorum ve kız hikayeyi anlatmaya başlıyor bana hazır olun:)

 Bundan iki ay önce İstanbul'da taksimde arkadaşlar buluşma kararı alıyor ve Aynur'uda davet ediyorlar. Aynur ortamda kimlerin olacağını bilmeden gidiveriyor. Bir bakıyor iki yabancı erkek ve kendi arkadaşları. İngilizcenin i'sini bilmeyen Aynur tabi ki muhabbete giremiyor. Ortamdan sıkılıp bir köşede internette dolanırken Didier yanına giderek onunla konuşmaya çalışıyor. Aynur tabi ki İngilizce bilmediğinden çeviri yapa yapa tanışmaya çalışıyor, birbirlerini sosyal mecralardan ekleyerek o akşamı sonlandırıyorlar.

Didier ertesi gün Fransa'ya gidiyor ama internetten konuşmalar devam ediyor. İlk haftanın sonunda Didier, Aynur'u görmek istediğini söylüyor ve ilk uçakla İstanbul'a geliyor. Taksimde bir otelde buluşuyorlar. Aynur'un deyimiyle saatlerce sadece konuşmaya çalışan bu genç adam bir hafta içinde öğrene bildiği kadar Türkçe öğrenmiş bir vaziyette karşısında:)

Sabaha kadar sadece konuşmuşlar bunun altını özellikle çiziyorum çünkü buna Aynur'da bende bayağı bir şaşırdık, günümüz Türkiyesin de malum.... Her neyse Didier hayatında 10 yıllık bir ilişkinin henüz bittiğini ve kız arkadaşının evden ayrılması için ev baktıklarını söylüyor. Sabah ayrılırken Didier, Aynur ile sevgili olmak istiyor Aynur kızın evinden taşınması gerektiğini ancak o zaman tamamen başlayabileceklerini söylüyor.

Aradan bir iki hafta geçiyor ve Didier özgürdür. Tanıştıklarının birinci ayında Didier, Aynur'u yakından tanımak için Kapadokya'da bir hafta tatil ayarlıyor ve çift bir haftayı orada geçiriyor. Birlikte geziyor fotoğraflar çekiyor ve bu arada Didier, Türkçeyi de günde ikişer saat Türkçe çalışarak ilerletiyor, daha sonra yine Didier Fransa'ya gidiyor ve ikinci aylarında işte karşımdalar ve Didier inanılmayacak derecede Türkçe biliyor ve şaşılacak derecede Aynur ne Fransızca öğrenmiş nede İngilizce. Didier'in fedakarlığına şapka çıkararak mükemmel bir tatil geçiriyoruz. Bu arada Didier Aynur'u Fransa'ya götürmek istiyor yılbaşında Paris'te olmak ve yaşadığı yeri Aynur'a göstermek istiyor. Vizede çıkan problemlerden canları sıkılsa da iki ay sonra Aynur yeni yılda Fransa'ya gidiyor. Her şey hızlı bir şekilde ilerlerken bu kez Didier Aynur'u ailesi ile tanıştırmak için Fransa'ya çağırıyorlar ve çift sözleniyor. Ve yaza tanıştıkları taksimde kaldıkları o otelin lobisinde nikah kıyarak giriyorlar. Mükemmel bir düğünde mükemmel bir aşk örneği sergiliyorlar.

Şimdi üzerinden 4 yıl geçti ve Aynur aşkın meyvesi olarak ikiz bebek dünyaya getirdi. Dünyanın bir ucundan gelen ve dilini, dahi bilmediği kadına aşık olan bu adamın onu kazanmak uğruna dilini öğrenmesi mükemmel bir şey olsa gerek. Bu arada Aynur hala İngilizce bilmiyor:) Düğünden sonra Fransa'nın yasalarından dolayı zorunlu taksimde Fransız kültürde eğitim gördüğü yarım yamalak Fransızcası ile orada yaşıyor. Aşk nelere kadir öyle değil mi:) Vatanını bıraktığı adamla dilini bilmediği insanların yanında yaşamaya başlayarak aynı fedakarlığı gösteriyor Aynur'umda :)

Bence bakmakla görmek arasındaki çok ince bir çizgide gizli aşk Aynur'un ayağının sakat olması, aynı dili konuşmaması, farklı kültürden olması Didier için asla korkutucu olmadı gayet ciddi yaklaşarak onunla hayatını birleştirebildi peki bizler bu kadar yalnızlıktan yakınırken neden hala yalnızız....

Ve mükemmel aile;


30 Kasım 2013 Cumartesi

E b.k yiyenun kizi...

Bizim oralarda bir laf vardı e b.k yiyenun kizi diye... İşte tamda bu noktada kendime şu sözü etmeden duramayacağım...

E b.k yiyenun kizi ne işun vardi da geldun istanbul'lara...

Başıma geleceklerden habersiz inatla bu şehri yeneceğim naraları atmaya başladığım o günlerde zaten gelir gelmez dolandırılmışım, adalet kavramının var olmadığını ilk kez anlamışım. Bide beş kuruş parasız kalmışım, neyin inadı ile kaldım bilemiyorum. Neyse, zaten paramda çalınmış sinirlen miyim yine :) Malum iş aramaya koyuldum, akrabada kalıyoruz bir de evde yük hissetme durumları evin her işini yapma zorunluluğunun verdiği o saçma sapan ezilmişlik hissi ve içsel bir boşluk. Sözde tutunmaya çalışıyorum. Bir vakıfta iş buldum komik bir ücretle tabi ki. Birde ingilizce eğitimi için bir kursa yazılmış bulunmuş para çalınınca ona da devam edememişim. iki yıl sonra buda başıma bela olacaktı ya hadi hayırlısı:)

Bir yandan çalışıyor bir yandan ev işleri yemek temizlik yinede kendini ait hissedememe durumları içerisinde kazandığının çoğunu kira verir gibi eve harcama derken ev ahalisi hamiledir sinirleri yıpranmıştır, kabak sana patlar. Evde huzur kalmaz ki malum ev aranmalıdır. Bu arada vakıf yöneticisi işten ayrılır bana da yol görünür.

Ulan daha geleli 3 ay olmuş dolandırılmışım, işssiz kalmışım bir de üstelik evsiz kalmak üzereyim. Bir ev bulunur çarçabuk. İki kız arkadaş bir evde kalır ev arkadaşı ararlar. Gidip görüşür kabul edilir. Birton para isterler elektrik açtırdık, su açtırdık, doğalgaz açtırdık diyerek 3 yıl önceki masraflarıda ödetirler. İlk ev tutuşumuz bilemedik :(

Neyse eve yerleşilir, iş bulunur yine sürünecek miktarda bir maaş. Geçim sıkıntısı ile iki ay kalınan o evde kızların bir arkadaşları eve gelmek ister. Evi otel gibi kullanıyorsun bizle hiç sohbet etmiyorsun hep odandasın (Ne yapacaktıysam) bahanesi ile ikinci ayda bana kapıyı büyük bir yaygara kopararak gösterirler. Malum verilen bir ton parada çöpe gider. Bende saf köylü kızı alamam tabi parayı.

Bir kadının yeni tutuyor olduğu eve ortak olurum faturaları bir iki ay ödemezsin diyerek kendi ev tutma düzen kurma telaşesini atlatana kadar beni kullandığını fark etmeyerek yerleşiveriyorum tabi. Eşyalar tek tek sırtımdan taşınır altıncı kattan aşağı yeni beşinci kata taşınır. Bu arada iş yeri de şehir değiştirmeye karar verir ve yine işssizlik baş gösterir işin kötüsü son kalan maaş hesaba yatırılmaz. Bir ay boşa çalışmışlığıma mı yanayım, giden paralaramı bilemedim.6 yıl geçti hala alamadım tabi.

Bir iş daha bulunur aceleyle, yeni girilen iştede de iki haftalık çalışma sonucu parayı alamadan açıkta kalınır. Bendeki de ne şans değil mi? Neyse yeni evde de malum ikinci ayımızda hanımefendinin bana ihtiyacı kalmamıştır yeni tuttuğu evinde fazlalık olmaya başlamıştım ve bir tartışma bahanesi olarakta damacanada su bitmiş almadın ile yeni verdiğim kiranın üzerine oturarak beni kapı dışarı eder. Bir çalınan para, iki alınamayan maaş, iki ev masrafı 6 aylık harçlığımı çöpe atarak pes etme noktasında ben gidiyorum köyüme sözüyle aileden son bir destek. Bir şans daha ver kendine diyerek son bir hamle ile de kalmaya karar veriyorum...

Ablam destek olur ve kafamı toplamamı ister. Ağva'ya gider bir hafta iyice düşünür toparlanır ve iş başvuruları yaparım. Bu arada mükemmel bir çiftle tanıştım onları ilerleyen zamanlarda anlatacağım. Ağva'da harika bir aşk hikayesi...

Geri döner İstanbul'a bir dükkan katından bozma kiralık daireyi İstanbul şartlarında çok ucuza kiralarım. Akabinde çok güzel bir işe girerim. Ortam mükemmeldir, dostluklar, etkinlikler zaten apayrı. Ee malum bu kadar debdebenin içinde  eşe dosta olan borçlarımın kabarmasıda kaçınılmaz olmuştur. Düzenli bir işe girdiğim anlaşılınca kuruşuna kadar para istenmeye başlanmıştır. İnsanlardan bıktığım bu noktada bankadan kredi çeker herkese tek tek kuruşuna kadar paralarını öderim. Tabi ev kirası faturalar yol yemek kredi kredi kartı bayağı zorlu bir hayat beni beklemektedir.

Bu da o ev:)




11 Kasım 2013 Pazartesi

Bir yerden başlar hikaye...

Çok iyi hatırlıyorum okulum bitmiş İstanbul'a gelmiş düzen kuracağım, cebimde yazdan biriktirdiğim üç beş kuruş...

Üç beş kuruş dediysem de, beni bir iki ay bal gibi de idare edecek cinsten. Arkadaşın teki telefon açar, açtır yeni gelmiştir İstanbul'dadır oda, ailesi bilmiyordur.. Duyduğum bu sözle atlar giderim kahvaltılık alır hazırlar yediririm...

Üstüne bide iş arar iş başvuruları yapar sağa sola haber salarım. Günlerden bayram arifesine bir gün kaladır. Yine bir telefon gelir, yine ekmek biter açtır insanımsı. Otobüs terminaline yakın olan zat için kahvaltılık alınır, karnı doyurulur. Üstüne birde yolcu ederken otobüsün arkasından el sallanır.

Ee malum sabaha karşı karnım acıkır, yemek seçerim mola yerinde, ücret ödemeye gelindiğimde bir bakarım para cepte yok...

Sen misin, ekmeğini paranı paylaşan? Çalınmıştır para! Ne yapacaksın muavin öder yemeği, yolcular veririr tuvalet parasını gidersin bayrama. 1.5 yıl görmediğin ailenle 3 gün kalabilirsin. O zatı muhterem için koşarsın savcılığa...

Bu arada arkadaşları ailesi inanmaz hırsız olduğuna.. Yalvarır yakarır geri vereceğim naraları atar ve savcılık takipsizlik kararı ile adaletiyle gözümde bir numara olur. Ee malum burası Türkiye hangi adalet...

Ve zat-ı muhtereme evvelinden yaptığım yardımları bir kenara atıp beş kuruşsuz kaldığım koca İstanbul'da ev ve iş bulmak zorunda kalıp zorlu bir mücadeleye henüz başlayacak olduğumu göz yaşları ile fark edişimin üzerinden 6 yıl geçti...


Hikaye başlıyor...